23 Mart 2014 Pazar

Kimim ben?

Yazmak hep korkutur beni. Belki edebiyatla aramın pek iyi olmayışından, belki de yaşadıklarımın insanların ilgisini çekeceğini düşünmediğimden. Ben her yaşadığını birileriyle paylaşan tiplerden asla olmadım. Hep düşünmüşümdür anlatacağım sıradan şeyler insanların ilgisini neden çeksin, niye dinlesinler beni? Bu sorgulamalar sonunda kendi kendime verdiğim olumsuz cevaplar alışkanlık haline geldi artık ve paylaşmaz oldum yaptıklarımı, bildiklerimi. Ancak bu alışkanlığı yıkma kararını vermek de çok kolay oldu, paylaşmamanın saçmalıktan öteye geçer bir yanı yoktu. Hem ben paylaşmalıydım hem de insanlar bunlardan faydalanmalıydı. Sonuçta her şey paylaşarak çoğalıyordu değil mi? Ayrıca ben, yapabilir misin sorusuna her zaman niye yapamayayım diye cevap veren biri, niye yazamayayım diyemez miydim?

O zaman paylaşmaya en iyi bildiğim yerden başlayayım, kendimden. Ben kendimi ne olarak görüyorum? -Bir bahçıvan. Evet ancak 22 yaşımda fark ettim ki ben kendi fikir tarlamın bahçıvanıydım. Nasıl mı? Kısaca anlatayım. Fikirler, düşünceler, yapmak istediklerim belirli uyarıcılar (dinlenen bir dost, okunan bir kitap ya da blog, izlenen bir film ya da tamamen içten gelen durdurulamaz bir istek vb.) tarafından  beyin dediğimiz verimli tarlama birer tohum olarak ekilirler. Ekilen bu tohumlar onları ne kadar iyi beslediğime ve topraklarımın onlar için ne kadar uygun olduğuna göre ya gelişir ve hasat etmeye uygun hale gelirler ya da çürüyüp giderler. Hasadı belirleyen tek faktör de fikrin meyve vermesi değildir. Alınan meyveleri değerlendirmeye uygun bir ortam olmadığı sürece o meyveler hasat edilmeyi beklemeye mahkumdur. Tabi ki hasat zamanıyla ilgili yanıldığım zamanlar olur ancak çoğu zaman o meyveler çöp olmaz aksine daha uygun bir zamanı beklemek üzere olgunlaşmaya bırakılırlar. Bugüne kadar gerçekleştirdiğim çoğu şeyi bu süreci izleyerek tamamladım.

Birkaç örnek vermek gerekirse, Work and Travel (WAT) yapmak üniversiteye geldikten sonra bir şekilde tarlaya ekilmiş bir tohumdu. Konu hakkında sürekli okuyarak tohumun bakımını yaptım ve lisansın ilk yaz tatilinde gerçekleştirme girişiminde bulundum ancak kuzenim gelemediği ve kendi başıma gitmekten çekindiğim için iptal ettim. İkinci senemde ise mental olarak, yalnız da olsam bunu yapabileceğim kadar gelişmiştim, rüya gerçek oldu. Gazi Üniversitesinden daha iyi bir üniversiteye geçiş yapmak konusunda da neredeyse aynı süreç eş zamanlı olarak işledi. Fikir sürekli beslendi, ilk sene geçişi deneyecektim ancak başvuru süresini kaçırmıştım, ikince sene bir şekilde WAT dönüşü fırsatı yakaladım. Hızla belgeleri topladım İTÜye başvuru yaptım, alelacele ingilizce yeterlilik sınavlarına girdim şans da yüzüme güldü ve İstanbul Teknik Üniversiteli oldum. İnterrail her üniversitelinin hayali olduğu gibi benim de hayalimdi, o da doğal olarak tarlamda yerini aldı. Uzun ve zorlu bir süreç gerektirdi hasadı, mezun olana kadar fırsat bulamadım, gerçekleştirecek fırsatım olmadığı için de onu beslemeyi es geçtim. Ancak farkettim ki ben çalışmaya başlamadan önce İnterrail yapmalı, Avrupayı görmeliydim. Turfanda ve hormon takviyeli bir süreç oldu İnterrail. Çok hızlı karar verildi, çok hızlı araştırma yapıldı, belki bazı şeyler atlandı ama mükemmel bir deneyim oldu. Yüksek Lisansa başlamak desem yine bu süreçlerden teker teker geçtim. Bunlar dışında zihnime yüzlerce tohum ektim ve ekmeye devam ediyorum.

Bu blogda hasadını yaptığım meyvelerin nasıl geliştiğini, bunları yaparken edindiğim deneyimleri, topladığım anıları anlatacak ya da şu anda bakımını bilgi ve tecrübe biriktirerek yaptığım birkaç hobim hakkında bilgiler vereceğim. Özellikle bisiklet, gezmek ve yemek hatta bazen bunların ikili, üçlü kombinasyonları en sık bahsedeceklerim arasında. Bazen de bu fikir gelişim süreçlerinin ya da yaşadıklarımın beni nasıl etkilediğini, yaşamak istediğim hayatı bana nasıl öğrettiğini anlatacağım. Kısacası size kocaman bir ben anlatacağım, eğrisiyle doğrusuyla. Umarım okuyanların keyif alacağı ve bilgileneceği yazılar yazmayı başarabilirim. Ayrıca niye başaramayayım ki?